1- Dire Straits - Sultans of Swing


2- Zac Brown - Homegrown


3-Sonata Arctica - Among The Shooting Stars


4- Dire Straits - Walk of Life


5- Sonata Arctica - Life





Hidden'dan sonra yine bir gizem filmi. Open Grave aslında anlatılması zor bir film ama kısaca şöyle özetleyebilirim. Bir adam kocaman bir çukurun içinde onlarca ölünün arasından yaşayan tek insan olarak uyanıyor ve uyandığında kendi adı soyadı dahil geçmişle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor. Daha sonra çukurdan çıkıp etrafı dolandığında yalnız olmadığını ve onun gibi hiçbir şey hatırlamayan beş kişi daha olduğunu görüyor. Bu gurup ceplerindeki cüzdanlarına kimliklerine bakarak kim olduklarıyla ilgili fikir edinmeye çalışıyor ancak ne olduğuna dair hiçkimsenin en ufak bir fikri yok. Sadece o beş kişilik grubun içinde Japon sağır ve dilsiz bir kız var ve sürekli ayın 18'iyle alakalı bir şeyler işaret ediyor. Siz de izleyici olarak neler olup bittiğini tahmin edemiyorsunuz en azından ben kendim için söylersem filmin sonunda tamamen ters köşe oldum.


Film korku/gerilim/gizem türünde geçiyor ancak Open Grave kesinlikle bir korku filmi değil, gizem yönü çok daha ağır basıyor. Ben neler olup bittiğini anlamaya çalışırken sıkılmadım çünkü film bir şekilde dikkati üzerine çekmeyi başarıyor ve filmin beklemediğim şekilde sonlanması da benim için çok ayrı bir keyif oldu diyebilirim. Gizem ve hafif gerilim türünde bir film olan Open Grave bu tarz filmleri sevenler için iyi bir alternatif olabilir.








Film salgından korunmak için sığınakta yaşamak zorunda olan bir aileyi anlatıyor. Düşüt bütçeli ve az oyuncuyla çekilmiş bir film olmasına rağmen başarılı olmuş diyebilirim. Ailenin sığınakta geçirdiği süre boyunca çocuklarıyla olan iletişimleri onları oyalamak için çeşitli oyunlar üretmeleri zaman zaman benim yüzümü güldürdü. Bir gerilim filminde aralara böyle küçük şeyler serpiştirilmesi önemli diye düşünüyorum.


Bilgisayar oyunlarında hayatta kalma oyunları son zamanlarda o kadar arttı ki filmler de bu akımdan etkileniyor sanırım. Kıyameti, nükleer saldırıları konu alan çok fazla film var ama ben bunu olumsuz olarak değerlendiremiyorum çünkü izlediğim filmlerin konuları benzer olsa bile sıkılmadan izliyorum. Hidden da bu kategoride değerlendirebileceğimiz iyi bir hayatta kalma filmi. Ayrıca Hidden korku filmi olarak da değerlendirilmemeli çünkü ben filmde korkuya dair sahneler göremedim sadece bazı sahnelerde o anki gerilim izleyiciye iyi bir şekilde yansıtılmış.












1626-1628 yılları arasında yapılan bu devasa savaş gemisi İsveç'in Otuz Yıl Savaşı'nda en büyük silahı olacakken daha Stockholm limanından çıkamadan sulara gömülmüş. Limanda yüzlerce insan Vasa'nın ayrılışını izlemek için toplanmış, ayrıca geminin bu ilk yolculuğu bir kutlama havasında yapıldığından gemiye çok sayıda kadın ve çocuk da alınmış. 150 kişilik mürettebatı ve onların yakınlarıyla denize açılan bu geminin batışıyla yaklaşık 50 kişi ölmüş.


Gemi Stockholm limanından denize açıldıktan hemen sonra yan taraftan esen rüzgarla yan yatmış ve top kapaklarının da açık olması sebebiyle o an çok fazla su geminin içine girmiş. Gemi bir kez yalpaladıktan sonra ikinci bir kez rüzgarla karşılaşınca buna dayanamamış ve hızla sulara gömülmüş. Tabi bu esrarengiz olaydan sonra hemen soruşturmalar başlamış, geminin neden battığı konusunda araştırmalar yapılmış hatta kaptanın suçlu olduğu düşünülüp öncesinde geminin kaptanı tutuklanmış ancak işin aslının öyle olmadığı daha sonra anlaşılmış.

Geminin limandan çıkarken savruluşunu temsil eden maket
Peki Vasa neden battı ? Aslında dönemin en ünlü gemi ustalarından birine yaptırılmış olan bu gemi biraz da dönemin İsveç Kralı 2. Gustav Adolf'ün aceleciliği sebebiyle düzgün bir inşa planı oluşturulamadan yapılmış ve Vasa'ya limandan ayrılmadan önce kaldırabileceğinden çok daha fazla top yüklenmiş. Bu topların geminin dengesine olan etkisi de hesaplanmadığı için çıkan rüzgardan gemi hemen etkilenmiş.

Çan Sistemi
Vasa Stockholm limanında battıktan sonra o dönemde gemiyi kurtarma çalışmaları sonuçsuz kalmış ve sadece değerli olan bronz toplardan az miktarda çıkarılabilmiş. Bunu yapabilmek için ise en önemli sorun oksijensiz bir şekilde suyun altında saatlerce çalışılacak olmasıymış. O dönemdeki teknolojiyi düşündüğümüzde de bu yapılması zor görünüyor, bu yüzden yukarıda resmini gördüğünüz çan sistemiyle bronz toplardan birkaçı çıkarılabilmiş. 1950'li yıllara geldiğimiz zaman kendini Vasa'yı su yüzüne çıkarmaya adayan Ahsen Frahzen'in katkılarıyla çok sayıda yöntem denenerek gemi su yüzüne çıkarılmaya çalışılmış. Geminin alt kısmında tüneller kazılarak oralara çelik halatlar bağlanmış ve ancak o şekilde gemi battıktan tam 333 yıl sonra 1961'de su yüzüne çıkartılabilmiş. Ayrıca Vasa suyun altından tek parça olarak çıkarılan tek gemi olarak da tarihte yerini alıyor. Belki gemiyi görünce benzetenleriniz olacaktır, Vasa aynı zamanda Karayip Korsanları'ndaki Uçan Hollandalı gemisine de ilham kaynağı olmuş. Bir Karayip Korsanları hayranı olarak benim ilgimi çeken en önemli özelliklerden birisi de bu oldu.

Uçan Hollandalı

Vasa
300 küsür yıl suların altında kalan bu gemi nasıl oluyor da halatlarla çekilirken parçalara ayrılmıyor ? İsveç'in soğuk suyu ve tuzluluk oranı orda yaşayan bakterilerin gemiyi çürütmesini bir nebze engellemiş. Tabi böyle söylüyor olsak da gemi su yüzeyine çıkarıldıktan sonra aylarca yenileme çalışmaları devam etmiş. Çürüyen çiviler yenileriyle değiştirilmiş, yüzeye çıkarıldıktan sonra su alabilecek her türlü delik kısımlar tahtalarla kapatılmış, dezenfeksiyon çalışmaları yapılmış. Ayrıca kendi ağırlığından daha fazla suyu çekebilen tahtalardaki suyun uzaklaştırılması için yıllarca gemiye polietilen glikol püskürtülmüş. Kısacası gemiyi su yüzüne çıkartmanın dışında bir o kadar da gemiyi normal haline getirmek için uğraşılmış. Vasa günümüzde battığı yerin çok yakınındaki bir yerde Stockholm'de Vasa Müzesi'nde sergilenmektedir.







Bu yaz çok film izledim ama film seçerken nedense deniz tutkum hep baskın geliyor. Filmlerin konularını, diğer insanların filmlerle ilgili yorumlarını izlemeye başlamadan önce her zaman okurum ancak filmin konusunda denizi ve gemileri görürsem beni hemen etkisi altına alıyor. Nasıl oluyor bu bilmiyorum ama insanların çok sıkıldıkları filmleri bile ben sırf deniz olduğu için ya da içinde gemiler olduğu için filmi hayran hayran seyredebiliyorum. Bu yaz izlediklerim arasından en beğendiğim üç tanesini de paylaşmak istedim.

1- The Finest Hours – Zor Saatler (2016)

Gerçek bir hikayeden alıntı olan bu film 18 Şubat 1952'de gerçekleşen sahil güvenlik operasyonunu konu alıyor. İngiltere o tarihte doğu kıyılarını tehdit eden çok şiddetli bir fırtınayla karşı karşıya kalıyor ve bu sırada denizde olan SS Pendleton adlı petrol tankeri bu fırtınayla mücadele etmek zorunda. 30 kişilik mürettebatı bulunan bu gemi hızla sulara gömülüyor ve bu sırada sahil güvenlik ekibi mürettabı kurtarmak için adeta o fırtınanın içine ölüme gönderiliyor. İzlerken yüreğinizin ağzınıza geleceği ve aynı zamanda duygulanacağınız bir film olmuş The Finest Hours. Benim bu yaz izlediğim filmlerde favoriler arasında.


2- Bolgen - The Wave – Dalga (2015)


Konu olarak belki de sıradan denilebilecek ancak bir o kadar da etkileyici bir film olmuş Bolgen. Sıradanlığı konu olarak bir felaketi seçmiş olmasından geliyor ama bu felaketi iyi bir şekilde işlemiş, bu yüzden onu aynı türdeki diğer filmlerden ayırıyor diyebilirim. Gerçeklikten uzaklaştığı birkaç ufak yer gözüme çarpmadı değil ancak bu sizi izlerken rahatsız etmiyor.

Bolgen, Norveç'te dağların eteğine kurulu bir kasaba olan Geiranger'ın dağlardaki hareketlenmeler sebebiyle tsunamiyle karşı karşıya kalışını anlatıyor, film için bu bölgenin seçilmiş olması da orda gerçekten böyle bir durumun yaşanabilecek olmasından kaynaklanıyor.


3- In The Heart of The Sea (2015)


In the Heart of the Sea: The Tragedy of the Whaleship Essex kitabının uyarlaması olan film 1800'lü yıllarda geçiyor. O dönemde sokakların aydınlatılması için İspermeçet balinalarının yağları kullanılırmış daha sonra petrolün keşfiyle beraber bunun kullanımına son verilmiş. Filmi izlemeden önce bana gerçek değilmiş gibi gelmişti ama sonrasında araştırdığımda hem şaşırdım hem inanamadım. Kısacası film yakıt için balina avına çıkan bir grup denizcinin büyük bir balina tarafından saldırıya uğraması sonucu gemilerinin batışını ve sonrasında hayatta kalma mücadelelerini anlatıyor.










15 Kasım'da ikincisi çıkacak oyunun incelemesini yapmadan önce hem oyunun yapısını anlamak hem de iki oyunu karşılaştırabilmek adına önce bu incelemeyi yazmak istedim. Ubisoft'un 2012 E3 etkinliğinde oyuncularda büyük beklenti oluşturmasıyla Watch Dogs'a GTA'yı tahtından edebilecek bir oyun gözüyle bakılıyordu ancak oyunun çıkışı sonrası çok fazla olumsuz eleştiri yapıldı, oyunun aslında Ubisoft'un bizlere gösterdiği kadar harika bir oyun olmadığını ve bunun bir pazarlama taktiği olduğunu söyleyen çok fazla oyuncu vardı. Belki de beklenti bu kadar üst düzey tutulmasaydı çıktığı dönemde çok daha fazla ilgi görebilirdi Watch Dogs.

Oyun Chicago'da geçiyor ve ana karakterimiz olan Aiden Pearce(Kendisi aynı zamanda bir hacker) bize oyun boyunca eşlik ediyor yani GTA5'te gördüğümüz birden fazla karakteri yönlendirebilmek gibi bir durumumuz yok bu oyunda. Ayrıca Ubisoft Aiden'da ana karaktere yakışır bir imaj yaratmış. Peki Aiden neden hackerlık yapıyor diye soracak olursanız cevabı çok basit, intikam için... Aiden'ın amacı saldırıya uğrayan ailesinin ve o saldırıda ölen yeğeni Lena'nın intikamını alabilmek. Karakterimiz oyunda yalnız da değil, yeğeni öldükten sonra koruması gereken bir kız kardeşi ve onun oğlu hikayenin bir diğer ayrıntısı. Aiden intikam peşinde koşarken aynı zamanda onları da korumak zorunda, bu yüzden çeşitli sıkıntılarla da mücadele ediyor.


Watch Dogs çıktığı dönemde grafiksel olarak da çok eleştirildi, oyunun Ubisoft'un yayınladığı videolardaki kadar güzel grafiklere sahip olmadığını söyleyenler çoktu ancak ben pek öyle düşünmüyorum. Oyunu PS4'te oynamış olmama rağmen ve çıktığı dönemden yaklaşık iki sene sonra oynamış olmama rağmen beni tatmin etti diyebilirim, eğer sizin üst düzey bir sisteminiz varsa PC'de oyunun zevkini çok daha iyi çıkarabilirsiniz. Hele ki bir tekne alıp denize açıldığımda manzaralar beni gerçekten çok etkiledi, paragrafın hemen altında o sırada çektiğim bir fotoğrafı görebilirsiniz. İnsanın tekneyle açılıp uzun uzun o manzarayı seyredesi geliyor açıkçası. Grafiksel açıdan eleştirebileceğim tek nokta gölgelendirmenin oyun dünyasına yansıtılmaması. Sokak lambalarından gelen ışık biz hangi konumda olursak olalım gölgemizi oluşturmuyor. Oyunun ara videolarında ise bu gölgelendirme mevcut, beni rahatsız eden tek nokta bu oldu.


Oyunda bolca zamanımızı alan ana görevlerin dışında bir hayli eğlenceli yan görevler de bulunuyor, bunlar suçluların trafikte önlerini keserek onları etkisiz hale getirmemizi amaçlayan "Criminal Convoy", arabalarla uğraştığımız "Fixer Contract" ve mekan baskınlarını konu alan "Gang Hideout" olarak ayrılıyor. Bunun dışında oyunun içinde dolaşırken haritanın herhangi bir yerinde potansiyel suç bölgesi adında bir çember oluşuyor ve burda bizden istenen bir suç işlenmeden önce buna müdahele etmemiz. Eğer kurbana hiç zarar gelmeden bunu başarabilirsek ekstra exp kazanıyoruz, bunu da yan görevlerden sayabiliriz. Bu görevleri yaparken kendimi Arrow'daki Oliver Queen gibi hissediyorum, Aiden'ın ağzını ve burnunu kapattığı bandaj da sanki bana Oliver'ın taktığı küçük maskeyi hatırlatıyor izleyenler bilirler...


Aiden'ın cep telefonundan da bahsetmezsem olmaz tabiiki, belki de silahtan da daha önemli cep telefonumuz çünkü bir hacker olarak bunu iyi kullanabildiğimiz takdirde bazı durumlarda tek bir kurşun sıkmamıza bile gerek kalmadan her şeyi halledebiliyoruz ve bu cidden çok keyifli oluyor. Herkes orda ne olduğunu anlamaya çalışırken bizim elimizi kolumuzu sallaya sallaya mekandan çıkışımız çok ayrı bir keyif. Peki biz cep telefonumuzu kullanarak neleri hackleyebiliriz ? Açılıp kapanabilen köprüleri, trafik ışıklarını, asfalttaki engelleri, güvenlik kameralarını vs birçok şeyi hackleyebiliyoruz. Aynı zamanda cep telefonumuz bize etrafta gördüğümüz insanlarla ilgili de bazı bilgileri sağlayabiliyor, seçtiğimiz insanın adı soyadı, mesleği, banka hesabında ne kadar parası olduğu, hobileri, o an birisiyle mesajlaşıyorsa o mesajların içeriği vs tüm bilgileri bize sağlıyor. Seçtiğimiz insanın banka hesabını hackleyip ATM'den onun parasını çekebildiğimiz için oyunda para sıkıntısı da çekmiyoruz. Kişinin mesajlarını okuyup suça yönlelik bir şey görürsek o an müdahele edebiliyoruz. Herkes sadece ana görevleri yaparak oyunu oynamak istemiyor, bu bir açık dünya oyunu olduğu için ana görevlerden daha değerli olan bence ana görevlerin dışındaki bu ayrıntılar, Watch Dogs bize bu açıdan güzel bir deneyim sunuyor diyebiliriz.


Watch Dogs'un beğenmediğim en önemli bölümü haritası oldu, sürekli kalabalık şehir yüksek binalar sanki hep tekrar ediyormuş gibiydi, bu beni rahatsız etti diyebilirim. Deniz kıyısındaki sahiller olsun şehrin diğer bölümleri olsun biraz daha farklı yaratılabilirdi. GTA5'e göre de en önemli eksiği bence buydu.



Watch Dogs'un GTA5'le karşılaştırıldığını, çıktığı dönemde onu tahtta indirebilecek mi diyenler olduğunu söyledik ve ben de aradan iki sene geçtikten sonra iki oyunu karşılaştırmak adına satış rakamlarına bakmak istedim. Toplam rakamlara ulaşamasam da Watch Dogs çıktıktan bir hafta sonra 4 milyon satış rakamını yakalamış, GTA5 ise çıktığı ilk gün sadece bir milyonun üzerinde satmış. Burdan iyi bir çıkarım yapamıyoruz ama GTA5'in Steam'de en çok satanlar listesinde çıktığı günden bu yana hep en üst sıralarda yer alması her şeyi anlatıyor sanırım. Belki de Watch Dogs'u apayrı bir oyun olarak görmeli ve bundan keyif almaya bakmalıyız. Oyunun 15 Kasımda ikincisi çıkacak evet ve asla bir GTA olamayacak. Belki de bundan sonra çıkacak hiçbir oyun GTA'yı zirveden indiremeyecek ama Watch Dogs size uzun soluklu ve keyifli zamanlar yaştacak bundan emin olabilirsiniz.

1- Zac Brown - Tomorrow Never Comes


2- Trisha Yearwood - Believe Me Baby 


3- Zac Brown - As She's Walking Away



4- R.E.M. - ÜBerlin


5- Within Temptation - Whole World is Watching ft. Piotr Rogucki